2.1. YENİ ÇAĞ AVRUPASI’NDA MEYDANA GELEN GELİŞMELER
Katolik Kilisesi’nden Alternatif Dünya Tasavvuruna
Batı Roma İmparatorluğu, Kavimler Göçü sonrasında yıkılınca Antik Çağ kültürü yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı. “Kilise”, Avrupa’da Eski Dünya’nın yıkıntıları içinde Antik Çağ’ın kültür değerlerini ele alıp kurtarmıştı. Din, barbar kavimlere antik bilimi benimsetmede bir araç olarak kullanılmıştı.
Roma Katolik Kilisesi, eğitim ve öğretimi tekeline aldığından bütün bilimsel gelişmeler kilisenin kontrolü altındaydı. Kilise, serbest düşünmenin önünde bir engel oluşturarak kendi ürettiği bilgiyi halka yaymış, bunun dışındakileri reddederek engellemişti.
Avrupa’da toplum iki sınıfa bölünmüştü: Dini kullanarak oluşturulan sosyo-ekonomik yapıda ruhban ve aristokratların oluşturduğu birinci sınıf insanlar ve yoksul halkın oluşturduğu ikinci sınıf insanlar.
Aydınlanmayla birlikte yükselen burjuvazi, yeni ekonomik alanlar açmış ve toplumda bir orta sınıfın doğmasına neden olmuştu.
Feodalite; siyasal ve askerî gücü elinde bulunduran, toprağın mülkiyetine veya imtiyazına sahip olan bir senyörler (derebeyler) ile bu sınıfa bağımlı köleler sınıfının oluşturduğu idari düzendir.
Avrupa’da Orta Çağ boyunca hüküm süren feodalite (derebeylik) XV. yüzyıldan itibaren yerini mutlak krallıklara bıraktı. Bu dönüşümlerin yaşanmasında Coğrafi Keşifler, barutun ateşli silahlarda kullanılması, hümanizm (insancılık) ve sekülerleşme gibi gelişmeler etkili olmuştur.
Orta Çağ’da dış ticaret sınırlı olduğu için kapalı bir ekonomik politika izlenmiş ve halk sermaye birikimine sahip olamamıştır.
Fikrî ve Manevi Etkenler
Rönesans
XV. yüzyıldan itibaren İtalya‘da ve daha sonra diğer Avrupa ülkelerinde hümanizmin etkisiyle ortaya çıkan, İlk Çağ’ın klasik kültür ve sanatına dayanan bilim ve sanat akımıdır. Rönesans, daha çok edebiyat ve güzel sanatlar alanında görülen yenilik ve gelişme hareketidir. Rönesans, bir anlamda din temelli baskıcı düşünceye bir başkaldırıdır.
Coğrafi Keşifler sayesinde gelişen ticaret, yeni bir sınıfın ortaya çıkmasını sağladı. Mesen sınıfı adıyla anılan bu sınıf sanat ve edebiyatla ilgilenen bir sınıftı.
Rönesans’ın Sonuçları
Özgür düşüncenin temeli atıldı. Avrupa ülkelerinde bilim, sanat, edebiyat alanlarında yeni bir dünya görüşü ortaya çıktı. Bu görüşle birlikte skolastik düşünce terk edildi. Deney ve gözleme dayanan pozitif düşünce bu sayede ortaya çıktı.
Rönesans’ın bir diğer sonucu da reform hareketlerinin başlamasına zemin olmasıdır. Akılcı düşüncenin öne çıktığı Rönesans, daha çok Avrupa’da etkili oldu. Osmanlı Devleti ise Rönesans’tan fazla etkilenmedi.
Rönesans’ın bir diğer sonucu da reform hareketlerinin başlamasına zemin olmasıdır. Akılcı düşüncenin öne çıktığı Rönesans, daha çok Avrupa’da etkili oldu. Osmanlı Devleti ise Rönesans’tan fazla etkilenmedi.
Reform
Yeniden düzenleme anlamına gelen reform, Yeni Çağ başlarında Avrupa’da meydana gelen dinî düzenlemeleri ifade etmektedir.
Reformu başlatan kişi Katolik Kilisesi’ni eleştiren fikirleriyle öne çıkan Alman din adamı Martin Luther’dir.
Reform hareketinin başlamasında matbaanın geliştirilmesi, Rönesans’ın etkisi, Katolik Kilisesi’nde ortaya çıkan bozulmalar etkili oldu.
Katolik Kilisesi’nin, din dışı işlerle özellikle siyasetle uğraşması, endüljans, aforoz, enterdi, engizisyon, günah çıkarma gibi güç unsurlarıyla halkın mallarına el koyması ve halkın giderek ekonomik gücünü kaybetmesi gibi nedenlerle Katolik Kilisesi’ne olan güven azalmıştır. Bu durum reform hareketlerinin başlamasına temel oluşturmuştur.
Reformun Sonuçları
Reform ile birlikte eğitim, kilisenin etkisinden çıkartılarak laikleştirildi. Bu sayede bilimsel alanda skolastik düşüncenin etkisini yitirmesiyle bilimsel çalışmalar hız kazandı. Öte yandan Hristiyanlıkta; Protestanlık, Kalvenizm, Anglikanizm gibi yeni mezhepler doğdu ve Avrupa’daki mezhep birliği bozuldu. Reform hareketinin yaşandığı ülkelerde kilisenin mal varlığına büyük ölçüde el konuldu. Katolik
Kilisesi’ne ve din adamlarına olan saygı azaldı. Katolik Kilisesi kendini yeniden düzenledi. Reform, reform taraftarlarıyla karşıtları arasında uzun yıllar süren savaşlara neden oldu.
Kilisesi’ne ve din adamlarına olan saygı azaldı. Katolik Kilisesi kendini yeniden düzenledi. Reform, reform taraftarlarıyla karşıtları arasında uzun yıllar süren savaşlara neden oldu.
Protestanlaşma
Bu anlayış Huldrych Zwingli (Huldrich Zingli) ve John Calvin (Jan Kalvin) gibi Hristiyan ilâhiyatçılarca geliştirilen Hristiyanlığın teolojik ve ahlaki bir yorumunu ifade eder. Protestan tabiri ilk defa, Lutherci görüşleri benimseyen bir grup Alman prensin ilân ettiği deklarasyona (Diet of Spiers, 1529) atıfla reform yanlılarını nitelendirmek için Roma Katolik Kilisesi tarafından kullanıldı.
Hümanist ve Rasyonalist Felsefeler
Hümanizm, insanı değer kabul eden, onu her şeyin ölçütü olarak tanımlayan, insanın doğasını, yeteneklerini, sınırlarını veya ilgilerini konu edinen bir felsefi akımdır.
Rönesans’ın doğmasında hümanist düşüncenin etkisi büyük olmuştu. Hümanizm düşüncesi heykel ve mimari alanında da kendini göstermişti. Hümanizmin önemli temsilcileri arasında: Dante, Petrarca (Petrark), Montaigne (Monteyn) (Görsel 2.3), Erasmus ve Cervantes (Servantes) sayılmaktaydı.
“Rasyonalizm, (akılcılık) gerçeklerle ilgisi kopmuş birtakım dogmatik düşünce kalıplarının içine hapsolmadan, sorunlara akla, mantığa ve gerçeğe uygun çözümler aramak demektir.
“Rasyonalizm, (akılcılık) gerçeklerle ilgisi kopmuş birtakım dogmatik düşünce kalıplarının içine hapsolmadan, sorunlara akla, mantığa ve gerçeğe uygun çözümler aramak demektir.
Rasyonel düşüncenin ortaya çıkardığı felsefelerden birisi de pozitivizmdir. Pozitivizm, aydınlanmanın temel düşüncesi olan bireysel aklın, doğanın kontrolünün, modernitenin, egemenlik ve hukukun temellerini oluşturmuştu.
Newtoncu Fizik ve Bilim Devrimi
Orta Çağ boyunca Katolik Kilisesi Dünya’nın evrenin merkezi olduğu düşüncesini benimsemişti. Bilim Devrimi ile birlikte Güneş merkezli bir evren sisteminin varlığı kabul edildi.
Isaac Newton’ın (Ayzek Nivtın) optik, matematik ve fizik alanlarındaki çalışmaları ise Bilim Devrimi‘nin en üst noktasıydı Newton, ışığın özellikleri üstüne yaptığı araştırmalarla gelişmiş bir teleskop icat etti. Yer çekimi kanunu üzerine çalışma yaparken yüksek matematiğin temeli olan kalkülüs formülü buldu.
Newton’ın evreni kontrol eden mekanik kuvvetler analizi Kopernik’in, Kepler’in ve Galileo’nun buluşlarını doğruladı
Newton’ın evreni kontrol eden mekanik kuvvetler analizi Kopernik’in, Kepler’in ve Galileo’nun buluşlarını doğruladı
Sekülerleşme
Sekülerizm, bir düşünce akımı veya bir hayat tarzı olarak Protestan ülkelerde ortaya çıkan bir düşüncedir. Katolikliğe bir tepki olarak
doğan Protestan söylem, beraberinde sekülerleşmeyi getirmişti. Sekülerizmde insan aklının dinî bağlardan ayrılması ve dinin bir vicdan meselesi hâline getirilmesi istenmiştir.
doğan Protestan söylem, beraberinde sekülerleşmeyi getirmişti. Sekülerizmde insan aklının dinî bağlardan ayrılması ve dinin bir vicdan meselesi hâline getirilmesi istenmiştir.
Bunun sonucu olarak din, kamu hayatından giderek ayrıştırılmış, kişiye özel hâle getirilerek manevi dünyanın inşasına kaydırılmıştır. Böylece Batı’da din sosyal önemini de yitirmiştir.
Sosyo-Politik Etkenler
Devletler Arası İlişkilerde Sekülerleşme
Ortaçağ Avrupası’nda kral ile diğer egemen bir güç olan prenslikler arasında hiyerarşik bir yapı bulunmaktaydı. Papa ilahi liderken imparator ise dünyevi bir liderdi. Reform hareketleriyle birlikte kilise dışlandı, feodal devletler güç kaybetti ve ulusal krallıklar kuvvetlendi.
Dinin devletler arasında farklı algılanması sonucunda Avrupa’da Otuz Yıl Savaşları (1618-1648) yaşandı. Bu savaşlar sonrası Westphalia (Vestfalya) Barış Antlaşması imzalandı. Antlaşma ile Avrupa devletlerinin statüleri değişmeye, devletler arasındaki ilişkiler sekülerleşmeye başladı.
Westphalia Barışı ile Avrupa da millî ve dinî inançlara saygı gösterilmesi, Katolik ve Protestan prenslerin eşit kabul edilmesi ve dinî azınlıkların koruması esasları kabul edildi. Westphalia Barışı, Avrupa’yı dinî ve siyasi anlamda denge sistemine dayandırmak amacıyla yapılan ilk konferanstır.
Newton, Kopernik, Galileo, Descartes (Dekart), Jean Jack Rousseu, Immanuel Kant, Voltaire (Volter) ve Montesquieu (Monteskiyö) Aydınlanma Çağı’nın ileri gelen temsilcileridir
Sosyo-Ekonomik Etkenler
Merkantilizm ve Burjuva Sınıfı
Merkantilizm, bir ülkenin zenginliğini, sahip olduğu altın ve gümüş gibi değerlere bağlayan, bu madenlerin dış pazarda satımını arttıran iç pazarda satımını engelleyen ekonomik doktrindir. XVI ve XVII. yüzyılda Avrupa ülkelerinin ticaret politikalarının temelini merkantilizm
oluşturmuştur.
oluşturmuştur.
Merkantilist anlayış, Coğrafi Keşifler sonrasında Avrupa’da ortaya çıkmıştır. Coğrafi Keşifler ile ticarette gittikçe zenginleşen
burjuva sınıfı doğdu. Bu sınıf sonraki yüzyıllarda Avrupa siyasetinde önemli rol oynadı.
burjuva sınıfı doğdu. Bu sınıf sonraki yüzyıllarda Avrupa siyasetinde önemli rol oynadı.
Kırdan Kente Göç
XVI ve XVII. yüzyılda Avrupa’daki nüfus oranında büyük düşüşler yaşandı. İngiltere ve İspanya’da ortaya çıkan veba gibi bulaşıcı salgın hastalıklar nüfusun azalmasına neden oldu.
XVI. yüzyıl ortalarından itibaren arazilerin tarıma açılması, alternatif gıdaların üretilmesi, taşımacılığın gelişmesi, hastalıkların azalması ve savaşların şeklinin değişmesinden dolayı ölüm oranlarında hızlı bir düşüş yaşandı.
Bu durum Sanayi İnkılabı’nın kaynağını oluşturdu. Diğer yandan artan nüfusun ihtiyaçlarını karşılamak için gerekli olan tarım, hayvancılık vb. kaynak yetersizliği köylü isyanlarına neden oldu. Bunlardan dolayı merkantilist ekonomi, kır nüfusunun kentlere taşınmasında etkili oldu.
Askerî ve Teknolojik Etkenler
Ateşli Silahlar ve Yeni Gemi Türleri
XV. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ateşli silahların etkin bir şekilde kullanılmaya başlanması Avrupa’da Askerî Devrim’in başlangıcı oldu. Ateşli silahların icadıyla küçük prenslikler ve şehir devletlerinin en büyük dayanağı olan Orta Çağ kale surları aşılabilir hâle geldi. Bu olay feodaliteyi zayıflattı ve sonuçta Fransa, İngiltere, İspanya gibi merkezî devletler küçük prensliklere karşı avantaj sağladı.
Feodal sistemin çökmesiyle ordu yapıları değişirken kademeli olarak ağır atlı birliklerden vazgeçildi. Bunun yerine sayıca fazla, daha ekonomik olan hafif silahlı piyadeler ön plana çıktı. Aynı dönemde Avusturya ve Fransa ile savaşan İtalyan şehir devletleri büyük bir orduya sahip olmadıkları için kale savunmasında yeni bir model geliştirdi (Görsel 2.7). Bu yeni modelde kalelerin duvarları daha alçak ve kalın yapıldı. Kaleleri daha güçlü savunmak, çapraz ateş gücünü sağlamak için yıldız şeklinde inşa edildi. Bu yeni kale surları büyük ölçüde başarılı olunca ateşli silahların gelişimi devam etti.
Yeni tüfeklerin daha az fiziksel güce ihtiyaç duyması ve daha etkin kullanılması sonucunda ordularda tüfekli piyade asker sayısı arttı. Fransız İhtilali‘ne kadar Avrupa genelinde piyade ağırlıklı profesyonel ordular kullanıldı. Batı’nın yükselişinde bilim, sanat ve düşünce alanında gerçekleşen gelişmelerden ziyade ortaya çıkan Askerî Devrim’in önemli katkısı oldu.
1470 ile 1570 yılları arasında deniz savaşlarında da büyük değişiklikler yaşandı. Bu değişiklikler ilk olarak okyanus gemiciliğinin gelişmesiyle ortaya çıktı. Okyanus şartlarına uyarlanan carrackın (karak) yanı sıra caravel (karavel) denilen başka modelde gemiler uzak yolculuklara uygun hâle getirildi. İkinci önemli değişiklik, 1570’lerden itibaren gemilerde kullanılan demir topun ucuzlaması ve kullanımının yaygınlaşmasında oldu. Üçüncü değişiklik ise deniz faaliyetlerinin finansmanında devlete düşen rolün artmasıydı.
XVI. yüzyılın ikinci yarısında devletlerin deniz gücünü oluşturmak için iki yolu vardı. Birincisi, kendi filosunu güçlendirmek,
ikincisi ticaret gemilerini kullanmaktı. İkinci tercih her zaman daha işlevsel ve masrafsızdı.
ikincisi ticaret gemilerini kullanmaktı. İkinci tercih her zaman daha işlevsel ve masrafsızdı.
XVII ve XVIII. Yüzyıllarda Avrupa’da Düşünce Alanında Değişimler
Aydınlanma düşüncesi ile Avrupa’daki bilimsel, sosyal, siyasi ve ekonomik gelişmelere öncülük eden bazı düşünürler orta sınıfın
yükselmesini etkilemiştir. Bu düşünürler ve fikirleri:
yükselmesini etkilemiştir. Bu düşünürler ve fikirleri:
Copernicus (1473-1543)
Krakow (Krakov) Üniversitesinde öğrenim gören Copernicus (Kopernik), İtalya’ya hukuk ve tıp çalışmak üzere gitmiş ancak
astronomi üzerinde çalışmalar yapmıştır. Polonyalı din adamı, matematikçi ve astronom Kopernik, Dünya’nın Güneş’in etrafında döndüğü tezinin öncülüğünü yapmıştır.
Krakow (Krakov) Üniversitesinde öğrenim gören Copernicus (Kopernik), İtalya’ya hukuk ve tıp çalışmak üzere gitmiş ancak
astronomi üzerinde çalışmalar yapmıştır. Polonyalı din adamı, matematikçi ve astronom Kopernik, Dünya’nın Güneş’in etrafında döndüğü tezinin öncülüğünü yapmıştır.
Hümanist yöntemin ilim öğrenmede önemini kabul eden Kopernik, astronomi biliminde matematiğin eksikliğini anlamıştır. Astronomi alanında öncü olan Kopernik, kendinden sonra gelen Kepler ve Galileo için esin kaynağı olmuştur.
Thomas More (1478-1535)
Thomas More’a (Tamıs Mor) göre İngiltere’de Sanayi Devrimi için gerekli kapital, zirai üretimden sağlanan artı değerlerden elde edilmiştir.
Thomas More’a (Tamıs Mor) göre İngiltere’de Sanayi Devrimi için gerekli kapital, zirai üretimden sağlanan artı değerlerden elde edilmiştir.
Utopia (Ütopya) adlı eserinde özel mülkiyetin bulunmadığı toplumsal bir düzen tasarlayan More, koyu bir Katolik Hristiyan olarak bu görüşünü dine dayandırmaktaydı. Bu dünyada, toplum çiftçi birlikleri öncülüğünde örgütlenecek, toplumsal dayanışma ve yardımı gerçekleşecekti. Herkese imkân eşitliği tanınacak ve sınıfsız bir toplum düzeni oluşacaktı.
More açısından yönetici, seçimle işbaşına gelmeli ve görevini kötüye kullanmadığı sürece işbaşında kalmalıdır. Halk kurultaylarında ülke meseleleri konuşulmalı, bunun dışında bir araya gelerek ülke meselelerinin konuşulması ise yasaklanmalıdır. Savaş gerektiğinde savunma amaçlı yapılmalıdır. Bütün çocuklara kurumsal eğitim verilmeli, yetenekli olanları bilime ve bilgeliğe yönlendirilmelidir. Hastalar, düşkünler kendi başlarına bırakılmamalıdır. Toplum tarafından gözetilip korunmalıdırlar.
Thomas More, Sanayi Devrimi’nden çok sonra uygulamaya koyulan kadın erkek eşitliği, çalışma saatlerinin sınırlandırılması, temel eğitimin genel, parasız ve zorunlu olması, sağlık hizmetlerinin devletçe yerine getirilmesi, yaşlıların ve düşkünlerin devletçe gözetilmesi gibi görüşlerin öncüsü sayılır.
Thomas More, Sanayi Devrimi’nden çok sonra uygulamaya koyulan kadın erkek eşitliği, çalışma saatlerinin sınırlandırılması, temel eğitimin genel, parasız ve zorunlu olması, sağlık hizmetlerinin devletçe yerine getirilmesi, yaşlıların ve düşkünlerin devletçe gözetilmesi gibi görüşlerin öncüsü sayılır.
Machiavelli (1469-1527)
Machiavelli’nin (Makyavelli) yaşadığı dönemde küçük devletçiklere bölünmüş İtalya, sık sık ayaklanmalara sahne olan bir ülkeydi. Machiavelli, hiçbir etik kurala bağlı olmayan ve sınırsız güç sahibi bir devlet yapısının yaşama geçirilmesini öne sürdü.
Machiavelli’nin (Makyavelli) yaşadığı dönemde küçük devletçiklere bölünmüş İtalya, sık sık ayaklanmalara sahne olan bir ülkeydi. Machiavelli, hiçbir etik kurala bağlı olmayan ve sınırsız güç sahibi bir devlet yapısının yaşama geçirilmesini öne sürdü.
Onun başlıca amacı, yabancı devletlerin etki ve işgallerinden kurtulmuş ulusal ve güçlü bir İtalyan devletinin kurulmasıydı. Amacın sağlanması için önerdiği yöntem, “Makyavelizm” akımının doğmasına neden oldu.
Bu düşünceye göre; Dinin toplumu bir arada tutan işlevi olmasından dolayı hükümdar kendisini, gerçekte öyle olmasa bile dindar bir kişi olarak göstermelidir. Paralı askerler yerine yurttaşlardan kurulu düzenli bir ordu kurulmalı, askerler eğitimli ve disiplinli olmalıdır.
Jean Jacques Rousseau (1712-1778)
Jean Rousseau’ya (Jan Jak Russo) göre her türlü kötülüğün kaynağı, insanlığın doğal durumdan kopması ile mülkiyet fikrinin varlık kazanmasıdır.
Jean Rousseau’ya (Jan Jak Russo) göre her türlü kötülüğün kaynağı, insanlığın doğal durumdan kopması ile mülkiyet fikrinin varlık kazanmasıdır.
“İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı” adlı eserinde reformlarla işlerin düzelemeyeceğini, bunun için mülkiyet hakkının ortadan kalkması gerektiğini öne sürmüştür. “Toplum Sözleşmesi” adlı eserinde ise olan olmuş gibi bir düşünceyle mülkiyeti artık bir veri olarak görüp yalnızca ona bir düzenleme getirmeyi önermiştir.
Toplum sözleşmesi ile oluşan devlet, egemen güçtür. Egemenlik bölünemez. Bu nedenle de kuvvetler ayrılığı ilkesi kabul edilemez. Rousseau, çoğunluğun iktidarından yanadır. Fransız İhtilali ile birlikte toplumda düzenin sağlanması için devlet otoritesini savunmuştur.
Immanuel Kant (1724-1804)
Immanuel Kant (İmanuel Kant), Rousseu’nun Toplum Sözleşmesi eserinden etkilenerek yazdığı ve doğrudan siyaset konusunu işlediği “Sürekli Barış Projesi” adlı eserinde toplum sözleşmesini dönüştürerek ele alır.
Immanuel Kant (İmanuel Kant), Rousseu’nun Toplum Sözleşmesi eserinden etkilenerek yazdığı ve doğrudan siyaset konusunu işlediği “Sürekli Barış Projesi” adlı eserinde toplum sözleşmesini dönüştürerek ele alır.
Kant’a göre doğa, insanları amaçlarına doğru götürürken evrenselleştirir. Doğa, amaçlarını sıradan bir biçimde siyasete verir ve insan türünün bütün dünyada gelişmesine ve de kültür oluşturmasına imkân verir. Bunlar sürekli barışı sağlayacak meşru, cumhuriyetçi ve evrensel bir yönetimin kurulmasının şartıdır.
O bütün bu görüşleriyle evrensel ahlakı öne alan orta sınıfı savunur ve onları gerçek yurttaş olarak kabul eder.
2.2. OSMANLI SOSYO-EKONOMİK YAPISINDA DEĞİŞİKLİKLER
Coğrafi Keşifler ile keşfedilen Amerika Kıtası’ndaki altın ve gümüş gibi birçok değerli maden Avrupa’ya taşındı. Bu madenler mal ve hizmetlere olan talebi arttırdı ve ticaret hacmi büyüdü. Bu gelişmenin sonucunda merkantilist ekonomi modeli oluştu. Bu modelin Osmanlı ekonomisine etkisi olumsuz oldu.
Osmanlı para birimi akçedeki gümüş miktarının azalması enflasyona neden oldu. İlk etkili enflasyon 1593’te oldu ve bir akçedeki gümüş miktarı yarı yarıya indirildi ama maaşlar, aynı akçe miktarıyla ödendi. Devletten maaş alanlar, eskisine oranla gelirlerinin yarısını kaybetmiş oldular.
Ateşli silahlarla donatılmış klasik sipahiler, savaşlarda etkili olamıyorlardı. Çözüm olarak sayı itibarıyla az olan kapıkulu askerlerinin sayısı birkaç kat arttırıldı ve ateşli silahlarla donatıldı. Bu askerlere ulûfe ve bahşişlerin ödenmesi devlet ekonomisine büyük bir yük getirdi.
Asya’dan Avrupa’ya kervanlarla kara yolu üzerinden yapılan ticaret Coğrafi Keşifler ile okyanuslar üzerinden yapılmaya başlandı. Ticaret yollarının değişmesi nedeniyle Osmanlı şehirleri ve ekonomisi büyük zarar gördü. Böylece söz konusu güzergâhta para kullanımı geriledi. Bu gerilemeyi arttıran bir diğer neden Anadolu’da ortaya çıkan Celâli İsyanları’dır. Bu iç karışıklık geleneksel idari
ve mali yapıda büyük zararlara yol açtı.
ve mali yapıda büyük zararlara yol açtı.
XVIII. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı para politikası yeniden düzenlendi. Devlet, savaşın yol açtığı kıtlık ve enflasyonu engellemek
için geleneksel fiyat düzenlemesi olarak bilinen narh sistemine uygun olarak fiyatların kontrolünü sağladı.
için geleneksel fiyat düzenlemesi olarak bilinen narh sistemine uygun olarak fiyatların kontrolünü sağladı.
Osmanlı Devleti, Fransızlara Kanuni Sultan Süleyman Dönemi’nde verilen kapitülasyonları Sultan I. Mahmut Dönemi’nde sürekli hâle getirdi. 1740 tarihinde kapitülasyonların sürekli hâle getirilmesiyle Fransa, Doğu ticaretinde ve Osmanlı limanları arasındaki taşımacılıkta rakipsiz bir konuma geldi.
Yüzyılın sonlarına doğru büyümekte ve yayılmakta olan sömürgecilik, Osmanlı Devleti’nin ekonomik ve politik olarak Batı Avrupa’ya bağlanmasına sebep oldu.
Askerî Devrim ve Ateşli Silahların Gelişimi
Barutun ateşli silahların gelişiminde önemli bir yeri vardır. Barut, simya bilimiyle uğraşanların iksir bulma çalışmalarının bir ürünü olarak ortaya çıktı. XIII. yüzyıldan itibaren Çinliler, barutlu humbaraların ilk örneklerini kullandılar. Barutun ateşli silahlarda kullanılması örneği XIV. yüzyılda Avrupa’da görüldü.
Avrupa askerî tarihinin en önemli gelişmesini, Avrupa ordu sistemi ve savaş yöntemlerinde ateşli silahlara dayalı yeni bir değişimin görülmesi ve buna bağlı olarak farklı taktiklerin devreye sokulması oluşturur.
Askerî Devrim’in başlamasında asıl etkenlerin başında XV. yüzyılın ortası ile XVII. yüzyılın ortası arasındaki dönemde savaşın ticarileşmesi ve devletlerin ticaret yapısında yaşanan niteliksel artışlar gelmektedir.
Diğer bir tanımlamaya göre Askerî Devrim’in başlamasında İtalya’da 1450–1520 yılları arasında gelişen bir savunma sistemi etkili olmuştur. Sistem, ateşli silahların Orta Çağ şehir ve kale duvarlarını tahrip edebilme kabiliyetinden türemiştir.
Askerî Devrim yeniliklerinin en önemlilerinden biri de askerlerin sayısını arttırıp sayıca büyük ordular oluşturmaktı. Ateşli silahların
gelişimiyle birlikte piyade sınıfı önem kazandı. Yeni orduların içerisinde atış ve ateş kabiliyeti yüksek silahları kullanan birliklerin oluşturulmasıyla birlikte birliklerin düzenlerinde de değişikliğe gidildi. Bu sayede savaşlarda eş zamanlı ateş gücü kabiliyetine sahip saf düzeninde hareket eden ordular oluşturuldu.
gelişimiyle birlikte piyade sınıfı önem kazandı. Yeni orduların içerisinde atış ve ateş kabiliyeti yüksek silahları kullanan birliklerin oluşturulmasıyla birlikte birliklerin düzenlerinde de değişikliğe gidildi. Bu sayede savaşlarda eş zamanlı ateş gücü kabiliyetine sahip saf düzeninde hareket eden ordular oluşturuldu.
Askerî Devrim, hem toplumsal hem de ekonomik yapılarda uzun vadeli sonuçlar doğurdu. Bu gelişim Avrupa devletlerinin birçoğunun finansal ve askerî yapılarında da köklü değişiklikler meydana getirdi.
Osmanlı Ordusunun Finansı İçin Alınan Tedbirler
Yeni Çağ’da merkantilist ekonomi modelinin etkisiyle Osmanlı Devleti’nin toprak düzeninde ve savaş yapısında birtakım dönüşümler yaşandı. Osmanlı Devleti, Yeni Çağ’da iç pazarın ihtiyaçlarını gidermeyi esas aldı. Avrupalı devletlere verilen kapitülasyonlar
merkantilizm politikasının Osmanlı’da uygulanmasını kolaylaştırdı. Avrupalıların malları zamanla Osmanlı pazarlarını doldurmaya başladı. Esnaf sınıfının iş yapamaz hâle gelmesi, sosyo-ekonomik yapının bozulmasına neden oldu.
merkantilizm politikasının Osmanlı’da uygulanmasını kolaylaştırdı. Avrupalıların malları zamanla Osmanlı pazarlarını doldurmaya başladı. Esnaf sınıfının iş yapamaz hâle gelmesi, sosyo-ekonomik yapının bozulmasına neden oldu.
XIV. yüzyıldan itibaren uygulanan tımar sistemi bu yüzyıldan itibaren bozulmaya başladı. Osmanlı ordusunun asker kaynağını önemli ölçüde tımar sistemi oluşturmaktaydı. Tımar sisteminin bozulmasıyla askerî alanda Osmanlı ordusu Avrupa’nın disiplinli ve donanımlı orduları karşısında etkisiz kalmaya başladı.
XVII. yüzyılın ilk yarısında Celâli İsyanları nedeniyle Anadolu’da açığa çıkan güvenlik sorunlarının aşılması ve isyanların bastırılması için sekban, sarıca adıyla anılan levent birlikleri oluşturuldu. Tımarlı sipahi sisteminin bozulması ile devlet yeni askerî organizasyonlar kurmaya başladı. Bu askerî değişimi zorunlu kılan nedenlerden bir diğeri de Avrupa orduları (özellikle Avusturya’ya karşı yapılan savaşlar) karşısında yaşanan yenilgilerdir.
XVII. yüzyıl Celâli İsyanları’nın bastırılıp iç güvenliğin sağlanmasında sekban ve sarıcalar etkili oldular.
XVII ve XVIII. Yüzyıllarda Osmanlı Savaş Ekonomisi
XVI. yüzyılın ikinci yarısından başlayan ekonomik bunalım, XVII. ve XVIII. yüzyıl Osmanlı ekonomi yapısını derinden sarsan sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Savaş teknolojisindeki gelişim, ateşli silahlarla donatılmış ve devamlı maaş alan merkezî piyade ordularının önemini
arttırmıştır. Bu gelişmeler Osmanlı maliyesine önemli bir yük getirmiş, devlet gelirlerinin büyük bir kısmının nakit üzerinden hazinede toplanması gerekliliğini doğurmuştur.
arttırmıştır. Bu gelişmeler Osmanlı maliyesine önemli bir yük getirmiş, devlet gelirlerinin büyük bir kısmının nakit üzerinden hazinede toplanması gerekliliğini doğurmuştur.
Osmanlı Devleti’nin kuruluşunu takip eden yüzyıl içinde ortaya çıkan ve tımar sistemi ile bir bütünü meydana getirmek üzere birbirlerini tamamlayan bir uygulama olan iltizam usulü, XVI. yüzyıl ortalarına kadar merkezî hazineye ait vergi gelirlerinin yarıya yakınını karşılamaktaydı. İltizamı alan şahıslara mültezim denilirdi.
XVIII. yüzyılın başında Osmanlı Devleti’nin hazine gelirlerine yönelik yapılan çalışmalarda mali açıkların gittikçe arttığı tespit edildi. merkezî ordu ve bürokrasiye mensup bir kısım bürokrat, maaşlarını devlete bıraktı. Karşılığında bu bürokratlara kendilerine tahsis edilen toprakların yıllık vergileri maaş olarak verildi. Bununla beraber toprakların himayesi de mültezimlere verildi. Bu sayede devlet, herhangi bir gelir kaybına uğramadan bir kısım maaş ödemelerinden kurtuldu.Osmanlı Devleti iltizam sisteminin haricinde XVII. yüzyıl sonunda malikâne sistemini uygulamaya başladı. Bu sistem Osmanlı Devleti maliyesini tüm XVIII. yüzyıl boyunca etkileyen en önemli gelişmeydi.
Malikâne sistemi, kuruluşunu takip eden seksen yıl boyunca kesintili de olsa hızlı bir gelişim gösterdi. Tasarruf biçimi olarak âdeta model oluşturdu. Bu modelin devamında esham sistemi doğdu. Bu sistem ile başlayan daralma malikâne sistemini etkiledi. Yeni sistem, malikâne sahiplerinin mukataaları istedikleri gibi idare ederek kâr miktarlarını sınırlandırmıştı. Malikâne sistemi 1840’ta resmen kaldırıldı.
2.3. OSMANLI DEVLETİ’NDE ÇÖZÜLMEYE KARŞI ÖNLEMLER
XVII. Yüzyıldan XVIII. Yüzyıla İç İsyanlar
Celâli İsyanları
Celâli İsyanları, Yavuz Sultan Selim Dönemi’nde başlamıştır. Bu isyanların, Celâli İsyanları olarak adlandırılması Tokat ve çevresinde isyan eden Bozoklu Celâl’den gelmektedir. XVII. yüzyıla kadar devam eden Celâli İsyanları kısa zamanda geniş bir taraftar kitlesine ulaştı. Bu dönemde çıkan isyanların geneline Celâli İsyanları adı verilir.
Celâli İsyanları içinde devleti en çok uğraştıran isyanlar Karayazıcı, Deli Hasan, Tavil Ahmet, Canbolatoğlu, Kalenderoğlu, Kör Mahmut, Katırcıoğlu ve Gürcü Nebi isyanlarıdır.
Halkın can ve mal güvenliği isyanlar boyunca tehlike altına girmiştir. İsyanlardan dolayı tarımsal ve hayvansal üretim düşmüş, işsizlik artmıştır. Köylerden şehirlere yapılan göçler sebebiyle kırsal nüfus azalmıştır. Göç, şehir hayatında
yeni sorunları doğurmuştur. Ekonomik açıdan ise vergilerin düzenli toplanamayışı Osmanlı ekonomisini zayıflatmıştır.
yeni sorunları doğurmuştur. Ekonomik açıdan ise vergilerin düzenli toplanamayışı Osmanlı ekonomisini zayıflatmıştır.
Yeniçeri İsyanları (İstanbul İsyanları)
Yeniçeri Ocağının bozulmaya başlaması, III. Murat Dönemi’nde başladı. Yeniçeriler arasında evli olanların sayısının artmasından dolayı yeniçeriler kışlalarda kalmamaya başladılar. Askerlik dışında ticaret ve esnaflık gibi işlere yönelmeleri de bu dönemde ortaya çıktı.
XVII. yüzyıldan itibaren devşirme sistemin terk edilmesi Yeniçeri Ocağının saraya karşı ulemanın yanında yer almasına ve yenilikleri reddeden bir yapı hâline dönüşmesine neden olmuştur. Genç Osman, yeniçerilerin Lehistan seferindeki gayretsizliği üzerine Yeniçeri Ocağını kaldırarak düzenli bir ordu kurmak ve devlete çeki düzen vermek niyetindeydi. Bu fikirlerinin duyulması üzerine yeniçeriler isyan etti. Bu isyan Genç Osman’ın ölümüyle sonuçlandı.
Suhte İsyanları
Medreseli İsyanları olarak da anılan Suhte İsyanları, XVI. yüzyılda Anadolu ve Rumeli’de halk arasında sosyal gerginliğin bulunduğu bir dönemde cereyan etmiştir. Medreseli suhteler, iş bulamamaktan ve geçim sıkıntısından birçok olaya karışmış ve isyan etmiştir.
1550’li yıllarda başlayan Suhte İsyanları 1559’da daha da artmıştır. Osmanlı Devleti bu isyanları bastırmak için halk arasından muhafaza birlikleri oluşturmuştur. Suhte İsyanları Kanuni Sultan Süleyman’ın son dönemlerinde eşkıyalık hareketlerine dönüşmüştür. Suhteler, II. Selim ve III. Murat dönemlerinde Celâlilerle birlikte hareket etmişlerdir. XVI. yüzyılda Sadrazam Kuyucu Murat Paşa’nın müdahalesi sayesinde Suhte İsyanları etkisini yitirmiştir.
Osmanlı Devleti’nde Ekber ve Erşed Sistemi
Osmanlı Devleti kuruluşundan itibaren padişahlık ile yönetiliyordu. Padişahlık babadan oğula geçmekteydi. Şehzadeler, yönetimde tecrübe kazanması amacıyla yetiştirilmek için sancaklara gönderilirdi. Şehzadelerin sancaklarda siyasi güç kazanmalarını engellemek ve merkezî otoriteyi güçlendirmek için I. Ahmet Dönemi’nde (1603-1617) bu sisteme son verilerek Ekber ve Erşed Sistemi’ne geçildi.
Ekber ve Erşed Sistemiyle şehzadelerin sancağa çıkma usulü sona ermiştir. Böylece şehzadelerin tamamen saray içinde yetiştiği kafes usulüne geçilmiştir. Bu usulün olumlu ve olumsuz bazı yanları ortaya çıkmıştır. Olumlu yanı şehzadeler arasındaki taht kavgalarını önlemesidir. Olumsuz yanı ise şehzadelerin devlet yönetimi tecrübesinden uzak kalmasıdır.
Ekber ve Erşed Sistemiyle şehzadelerin sancağa çıkma usulü sona ermiştir. Böylece şehzadelerin tamamen saray içinde yetiştiği kafes usulüne geçilmiştir. Bu usulün olumlu ve olumsuz bazı yanları ortaya çıkmıştır. Olumlu yanı şehzadeler arasındaki taht kavgalarını önlemesidir. Olumsuz yanı ise şehzadelerin devlet yönetimi tecrübesinden uzak kalmasıdır.
Osmanlı Devleti’nde Layihalar
Layiha, Osmanlı Devleti bürokrasisinde taslak veya rapor türü belgelere verilen addır. Özellikle XVII. yüzyıldan itibaren devlet düzeninde açığa çıkan olumsuzlukların giderilmesi için tavsiye niteliğindeki görüş metinleridir.
Sorunların temeline inmek amacıyla Koçi Bey, Kâtip Çelebi, Ayni Ali Efendi ve diğer devlet adamlarına raporlar (risale-layiha) hazırlatıldı. Raporların içerikleri dikkate alınarak bu gidişata son vermek ve Osmanlı Devleti’ni tekrar eski gücüne ulaştırmak amacıyla II. Osman ve IV. Murat gibi hükümdarlar ile Tarhuncu Ahmet ve Köprülüler gibi sadrazamlar döneminde ıslahat yaptı.
Lale Devri’ndeki Yeniliklerin Sosyal Hayata Etkileri
Lale Devri, 1718’de imzalanan Pasarofça Antlaşması ile başlayan ve 1730’da Patrona Halil İsyanı ile sona eren dönemdir. Osmanlı padişahı III. Ahmet ve Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın sadrazamlık dönemini kapsayan zevk, eğlence, barış, yenileşme ve sivil reformların görüldüğü bu döneme XVIII. yüzyıl Osmanlı kaynaklarında Lale Devri adı ile bir dönem tanımlaması mevcut değildir. İstanbul’da Haliç ve Boğaziçi başta olmak üzere lale yetiştirildiğinden dolayı ilk defa Yahya Kemal Beyatlı bu devir için “Lale Devri” tabirini kullanmıştır.
Pasarofça’dan sonra artık Avrupa’ya karşı dış politikada gaza yerine savunma ilkesine bağlı politikalar izlemeye başlandı. Damat İbrahim Paşa Dönemi’nde eskiye nazaran dışarıya gönderilen elçilerin ve temsilcilerin sayıları
ve icraatlarında artışlar görüldü. Paris, Viyana, Varşova, Lehistan ve Rusya’ya giden bu elçiler diplomatik ve ticari görüşmelerde bulundular. Elçiler, Avrupa kültürü, sanatı, sanayisi, tarımı, birlikte askerî-teknolojik gücü ve diplomasisi hakkında bilgi edindiler. Edindikleri bu bilgileri birer rapor hâlinde İstanbul’a sundular.
ve icraatlarında artışlar görüldü. Paris, Viyana, Varşova, Lehistan ve Rusya’ya giden bu elçiler diplomatik ve ticari görüşmelerde bulundular. Elçiler, Avrupa kültürü, sanatı, sanayisi, tarımı, birlikte askerî-teknolojik gücü ve diplomasisi hakkında bilgi edindiler. Edindikleri bu bilgileri birer rapor hâlinde İstanbul’a sundular.
Osmanlı’da Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın başlattığı bu hareketlilik sadece saraylar, köşkler ve eğlencelerle sınırlı kalmadı. Edirne, Bursa, İznik, Kütahya, Konya ve Nevşehir’de imar faaliyetleri yapıldı. Birçok güzide mimari eserler inşa edildi. Bu devir Osmanlı düşünce uyanışının başlangıcıydı.
İlim, fikir ve edebiyat adamlarından kurulu bir heyet devamlı olarak toplanıp Doğu ve Batı dillerinden tercümeler yaptılar. Fransızcadan bazı eserler ilk defa bu devirde Türkçeye çevrildiği gibi Türkçeden Fransızcaya tercüme edilerek basılan edebî kitaplar da vardır.
Zenginlerin Batı yaşam tarzı olan eşyaları ithal etmeleri moda olmuştu. Geleneksel alçak divanların yerini koltuk ve iskemle almıştı. Pantolon giymek moda hâline gelmişti. Batılı ressamlar zengin Osmanlıların portrelerini yapmışlardı. Bütün bunlar Tanzimat Dönemi’ndeki Osmanlı düşünce uyanışının başlangıcıydı.
Matbaanın Geliştirilmesi ve Osmanlıya Gelişi
Kağıdı icat eden Çinliler, matbaayı da ilk olarak kullanmışlardır. Almanya’nın Mainz (Meynz) kentinde Johann Gutenberg (Yohen Gutınberg) hareketli harflerle baskı tekniğini 1440’lı yılların sonuna doğru buldu ve 1452-1455 yılları arasında
hareketli harflerle iki ciltlik İncil basıldı.
hareketli harflerle iki ciltlik İncil basıldı.
Avrupa’da kâğıt ve matbaa kullanılınca düşünce ve bilgi hızla yayıldı. Rönesans’ın doğuşu ve yayılışı matbaanın icadıyla yakından ilgiliydi. Bu dönemde kitap yazma niteliklerini taşıyan bilim adamı veya düşünürlerin, kendilerini himaye edenlerden bağımsız olarak yazabilme ortamını elde etmeleri, düşüncenin özgürleşmesinde son derece etkili oldu.
İlk kez bir rahibin liderliğine gerek kalmadan İncil’i okuyanlar artık kiliseyi eleştirebilecek düzeydeydiler. İncil’de anlatılanlarla kilisenin anlattığı dinin aynı olmadığı sonucuna varanlar, matbaayı kullanarak eleştirileriyle reformun hazırlanması ve Protestanlığın oluşumunda öncü olmuştur. Matbaanın kullanılmasıyla kütüphanelerin sayıları artmış, kitap kiliselerin tekelinde olmaktan çıkmıştır. Matbaa, sivillerin din adamlarına, millî ve yerel dillerin Latinceye, bilimin de inanca karşı kullanıldığı bir araç hâline gelmiştir.
Çeşitli konularda çok sayıda kitap basılması, Avrupa’da insanların bir yandan ilgi duydukları konularda bilgilenmelerini sağlarken öte yandan da öğrendikleri yeni bilgiler ışığında o güne değin kendilerine sunulmuş veya dayatılmış olguları
sorgulamalarına yol açmıştı. Öyle ki bu sorgulama bilincini oluşturmuş, düşünen insan Orta Çağ’a özgü skolastik niteliklerinden yavaş yavaş sıyrılarak önce aydınlanma daha sonra da sanayileşme sürecini yaşamıştı.
sorgulamalarına yol açmıştı. Öyle ki bu sorgulama bilincini oluşturmuş, düşünen insan Orta Çağ’a özgü skolastik niteliklerinden yavaş yavaş sıyrılarak önce aydınlanma daha sonra da sanayileşme sürecini yaşamıştı.
İstanbul’da ilk Rum matbaası Hristiyan kiliseleri arasındaki mücadelenin bir aracı olarak kurulmuş ve matbaacılık faaliyetine Londra’da başlayan Rum rahibi Nicodemus Metaxas (Nikodmus Metakıs) tarafından 1627’de açılmıştı. Beyoğlu’nda
faaliyete geçen bu matbaanın bastığı ilk eser “Museviler Aleyhine Bir Risale” adlı eserdi.
faaliyete geçen bu matbaanın bastığı ilk eser “Museviler Aleyhine Bir Risale” adlı eserdi.
İbrahim Müteferrika Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu durumun düzeltilebilmesi için neler yapılması gerektiğini ve bunların nasıl yapılacağını ifade etmiştir. Bu düşünceleriyle Sadrazam İbrahim Paşa‘yı etkilemiştir. İlk önce bir matbaanın önemini anlatmak için kitap basımının faydalarını içeren “Vesîletü’t Tıbâa‘yı” hazırlayarak sadrazama sunmuştur.
İlk Türk matbaasını İbrahim Müteferrika kurdu ayrıca bu matbaada bastığı birçok kitabın yazarlığını ve düzenlemesini de yaptı (Görsel 2.26). Müteferrika’nın Yavuz Selim Semti’ndeki evinde kurulan matbaada, ilk kitap 1729 yılının başlarında
basıldı. Basılan eser, kaynaklarda “Vankulu Lugatı” adıyla geçen “Sıhahul Cevheri” tercümesiydi.
basıldı. Basılan eser, kaynaklarda “Vankulu Lugatı” adıyla geçen “Sıhahul Cevheri” tercümesiydi.
Osmanlı İlim ve İrfan Geleneğinde Yenilik Arayışları
Kâtip Çelebi
Kâtip Çelebi 1609-1657 yılları arası yaşamış, XVIII. yüzyıl Türk bilim dünyasının pozitif ve hür düşünceyi savunan ismidir. Bilimsel çalışmalarıyla Türk tarihinde ve Batıda ilgi uyandırmıştır. Asıl ismi Mustafa olan Kâtip Çelebi hacca gittiği için “Hacı Halife Kalfa” olarak tanınmıştır.
Kâtip Çelebi 1609-1657 yılları arası yaşamış, XVIII. yüzyıl Türk bilim dünyasının pozitif ve hür düşünceyi savunan ismidir. Bilimsel çalışmalarıyla Türk tarihinde ve Batıda ilgi uyandırmıştır. Asıl ismi Mustafa olan Kâtip Çelebi hacca gittiği için “Hacı Halife Kalfa” olarak tanınmıştır.
Hikmet de denilen felsefeye duyduğu ilgi Kâtip Çelebi’nin ilmî kişiliğinin oluşmasında etkin rol oynamıştır. Kendi imkânlarıyla Batı kaynaklarını incelemeye çalışırken diğer yandan da Osmanlı bilim geleneğinin durağanlığını aşmak için çalışmalar yapmıştır. “Düstûrü’l Amel” adlı risalesinde devlet düzenine ilişkin değerlendirmelerde bulunmuştur.
Avrupalıların, özellikle Yunanlıların coğrafya konusundaki bilgileriyle İslam yazarlarının bilgilerini kıyaslayıp “Cihannüma’’ adlı eserini hazırlamıştır. Kâtip Çelebi ayrıca ilimde taassubun (bağnazlık) sakıncalarından bahsederek ilim
hayatında ret ve inkâr yoluna gitmeden ve taassuba düşmeden her kaynaktan tahliller yaparak yararlı olanın kabul edilmesi gerektiğini vurgulamıştır.
hayatında ret ve inkâr yoluna gitmeden ve taassuba düşmeden her kaynaktan tahliller yaparak yararlı olanın kabul edilmesi gerektiğini vurgulamıştır.
Evliya Çelebi
Evliya Çelebi 1611-1685 yılları arasında yaşamış Türk tarihinin en önemli seyyahlarından biridir. Hayatı hakkında bilinenler seyahat hatıralarını topladığı on ciltlik muazzam eserine dayanır. Evliya Çelebi, medrese eğitiminin yanı sıra Evliya Mehmet Efendi’den hafızlık ve babasından hattatlık eğitimi aldı. Gezmeye düşkünlüğü dolayısıyla gezmek için her sebepten faydalanmış ve bütün ömrü boyunca gezmiştir. Seyahatname isimli eserinde “Rum, Arap, Acem, İsveç, Leh ve Çek’te 7 iklim, 18 padişahlık yerini 51 yıl boyunca gezip dolaştığını” anlatmıştır. Evliya Çelebi, Seyahatname’yi 1630-1681 tarihleri arasında yazdı. Eseri yazmaya İstanbul’dan başlayan Evliya Çelebi, Osmanlı Devleti’nin topraklarında ve komşu ülkelerde yaptığı seyahatleri anlatır.
Evliya Çelebi 1611-1685 yılları arasında yaşamış Türk tarihinin en önemli seyyahlarından biridir. Hayatı hakkında bilinenler seyahat hatıralarını topladığı on ciltlik muazzam eserine dayanır. Evliya Çelebi, medrese eğitiminin yanı sıra Evliya Mehmet Efendi’den hafızlık ve babasından hattatlık eğitimi aldı. Gezmeye düşkünlüğü dolayısıyla gezmek için her sebepten faydalanmış ve bütün ömrü boyunca gezmiştir. Seyahatname isimli eserinde “Rum, Arap, Acem, İsveç, Leh ve Çek’te 7 iklim, 18 padişahlık yerini 51 yıl boyunca gezip dolaştığını” anlatmıştır. Evliya Çelebi, Seyahatname’yi 1630-1681 tarihleri arasında yazdı. Eseri yazmaya İstanbul’dan başlayan Evliya Çelebi, Osmanlı Devleti’nin topraklarında ve komşu ülkelerde yaptığı seyahatleri anlatır.
Seyahatname, çok yönlü bilgiler, yapı, dil ve üslubundaki çeşitlilik, çok tarzlı anlatım ile şaşırtıcı bir üsluba sahiptir. Evliya Çelebi, bugün otuz beş ülkeyi kapsayan XVII. yüzyıl fiziki ve siyasi coğrafyasına tanık olmuştur. Evliya Çelebi, elli bir yıllık dönemi anlattığı eserinde araştırmacı kişiliği ile gerçek ve kurmaca anlatımı ustaca kullanmıştır.
Naima Efendi
Naima Osmanlı Devleti’nin ilk resmî tarihçisi, vakanüvisidir. 1655-1716 yılları arasında yaşadı. Asıl ismi Mustafa’dır. Naima ise mahlasıdır. Naima Tarihi isimli eseri, içerik itibariyle olayları kronolojik bir sıra içerisinde nakleden geleneğe sıkı sıkıya bağlıdır. Tarihçi sıfatıyla ele aldığı metni dikkatli şekilde yer yer karşılaştırmalar yaparak ve sözlü kaynaklara başvurarak şekillendirmiştir. Kullanılan eserlerin isimlerini zikretmiştir. Eserde gelecekte olabilecek olayların kurgusu vardır. Eserin başka bir özelliği ise olayın perde arkasını sağlıklı bir şekilde neden sonuç ilişkisi içinde vermesidir.
Naima Osmanlı Devleti’nin ilk resmî tarihçisi, vakanüvisidir. 1655-1716 yılları arasında yaşadı. Asıl ismi Mustafa’dır. Naima ise mahlasıdır. Naima Tarihi isimli eseri, içerik itibariyle olayları kronolojik bir sıra içerisinde nakleden geleneğe sıkı sıkıya bağlıdır. Tarihçi sıfatıyla ele aldığı metni dikkatli şekilde yer yer karşılaştırmalar yaparak ve sözlü kaynaklara başvurarak şekillendirmiştir. Kullanılan eserlerin isimlerini zikretmiştir. Eserde gelecekte olabilecek olayların kurgusu vardır. Eserin başka bir özelliği ise olayın perde arkasını sağlıklı bir şekilde neden sonuç ilişkisi içinde vermesidir.
Sistemdeki bozukluklara müdahale edebilen ve tarih bilen kişilere ihtiyaç olduğunu savunan Naima’ya göre devletlerin ve toplumların kuruluş, yaşayış, olgunluk ve yıkılış sebeplerini bilmeyen kişiler kendi devleti için de herhangi bir tedbir alamaz.
Ona göre devlet için en zararlı şey, uzun savaşlar ve devlet adamlarının aralarındaki görüş ayrılığıdır. XVII. yüzyılın Osmanlı yöneticileri ve aydınlarını asrın gereklerine göre hareket etmeye çağıran Naima, devrin sosyal değişmeleri karşısında modern düşünceye sahip biridir.
Yanyalı Esad Efendi
XVIII. yüzyılın önemli bir düşünürü olan Mehmet Esad XVIII. yüzyılın ilk yarısında büyük bir üne kavuşmuştur. Devrin bilginleri tarafından Esad Hoca, Esad Efendi olarak anılmıştır.Yunanistan’ın Yanya şehrinde doğduğu için eserlerinde “Yanyavi’’ mahlasını kullanan Esad Efendi 1731’de vefat etmiştir.
XVIII. yüzyılın önemli bir düşünürü olan Mehmet Esad XVIII. yüzyılın ilk yarısında büyük bir üne kavuşmuştur. Devrin bilginleri tarafından Esad Hoca, Esad Efendi olarak anılmıştır.Yunanistan’ın Yanya şehrinde doğduğu için eserlerinde “Yanyavi’’ mahlasını kullanan Esad Efendi 1731’de vefat etmiştir.
Mantık, felsefe, kelam, matematik, astronomi ve Öklid geometrisi alanlarında dersler aldı. Müderrislik ve kadılık görevlerinde bulundu. Matbaada basılacak eserlerin tashihi (düzeltme) için teşkil edilen heyetin ve tercüme kurulunun üyeleri arasında yer aldı.
Devrinin âlimleri kendisine “Muallim-i Salis (Üçüncü Öğretmen)” unvanını verdi. Arapça, Farsçanın yanında Grekçe ve Latince de bilen Esad Efendi, XVIII. yüzyılın ilk çeyreğinde Sadrazam Damat İbrahim Paşa’nın öncülüğünde başlatılan yenileşme hareketleri çerçevesinde Grekçe’den tercüme yapan heyetin başkanlığına getirildi.
Esad Efendi’ye göre insanın sahip olduğu yetenekler eğitim ve öğretimle geliştirilip disipline edilince o insan günlük hayatta, bilim ve sanatta daha başarılı olur. Bu fikri temellendirmenin ve tutarlı hâle getirmenin yolu mantık ilminden geçer.
Kaynakça: AÖF
Yorumlar
Yorum Gönder